MeNü |
|
|
|
|
...:::Şiirler:::...
|
|
|
|
|
|
|
|
...:::Ozanlar:::...
|
|
|
|
|
|
...:::Aşıklar:::...
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yagmur Yağıyordu
17 Yagmur Yağıyordu
-Kalsaydın!
-Yok kalmam, sınavlar iyi geçti.
Mehtap ve Nur da ayağa kalktı, Nur ;
-Sağol güzel bir sohbet oldu.
Cem tamamladı;
-Hikaye ile içimizi kararttın, alacağın olsun.
-Ben içimden geldiği gibi yazıyorum, idare et.
Nur;
-Hüzünlenmek, ağlamak da ihtiyaçtır.
Cem;
-Sağoool Nur. Bütün ihtiyaçlarımız bitti bu kaldıydı. Her gün gülmekten çatlıyoruz ya.
Nur gülümsedi. Ben kapıya yöneldim;
-Benden yaşı büyük olsa dövecek galiba yahu. Yine de belli olmaz ben acele kaçayım.
Hüznü gizleyen birer gülümseyiş yüzümüzde vedalaştık. Abisiyle, ablasının arkasında kalan Nur, gülüşümün perdelediği hüznü farketmiş gibi yeniden el salladı, bu kez çocuk gibi bir gülümseyiş ekleyerek. Sanki “Konuştuklarımla seni üzdüm ama artık neşelen” der gibiydi. Bir kez daha zoraki gülümsedim. yüzünün daha da sararması içimdeki korkuyu büyütmüştü.
Cem beni bahçe dışına kadar uğurlamak için ısrar etti. Nur’dan uzakta konuşma fırsatı bulunca sordum;
-Cem benim fark ettiğimi siz de fark etmişsinizdir. Yüzü çok solgunlaşmış, sararmış.
-Evet fark ettik. Avrupa’daki doktorlar iyileşmeye meyilden bahsettiği için, düzelir diye umut ediyor, bekliyoruz. Fakat bir yandan da endişeleniyoruz. Bilmiyorum ki ne yapalım.
-Ayrıca bir sarılık kapmış olmasın. Bir arkadaşım, “Bazen çocuğu bir hastalıktan hastaneye götürür, başka bir hastalık kapıp gelirdik” derdi.
-Bulaşıcı bir hastalık kapmış olabilir diyorsun ha.
-İnşallah yoktur böyle bir şey ama... annem de ısrar ediyordu, “Doktora gösterin sararıp soluyor” diye. Biz de “Birşey olsa İsviçre’deki doktorlar fark ederdi” diyorduk. Ama sen de böyle konuşunca iyice huzursuz oldum. Yarın götüreyim hastaneye.
-Çok iyi olur. Ben yarın gündüz nöbetçiyim, akşamda iş yerinden bir abiye davetliyim. Akşama kadar bir netice olursa eğer beni de sonuçtan haberdar edebilirsen sevinirim.
-Tamam.
Elini sıkıp vedalaştıktan sonra otobüs durağına doğru yürüdüm. Şansımdan hemen gelen otobüse bindim.
*** *** *** *** *** *** *** *** *** *** ***
Otobüsün camından dışarıyı seyrediyorum. Kimi caddelerde hayat yeni başlıyor gibi, hareketli neşeli insanlar, kimi otobüs duraklarında yorgun insanlar evine gitmek için bekleşiyor. Geç saatte , yorgun argın evine gitmek için bekleşen insanlar bayramlarda kolay kolay evinde kalamayan babamı hatırlattı. Bazen bayramın ilk günü sabah işe biraz geç giderdi, ne kadar sevinirdik. Tabii sabah 1-1,5 saat geç gidince o gün akşam sabaha kadar çalışacağını bilmezdik. Şimdiki gibi internet, cep telefonu olmadığından bayramlarda PTT’nin bayramlarda çok fazla tebrik kartı işi olur, zorla fazla mesai yaptırılırdı.
Evimdeyim. Halen yazdığım ve internette yayınladığım “Bahar hikayeleri” ne devam etmem gerekiyor. Fakat öylesine isteksizim ki. Hikayeye devam etmem için bir sürü destek maili alsam da, istemeyen bir kişinin maili moralimi bozdu, yazmakta zorlanıyorum. Yine de masanın kenarına sandalyemi çektim, kağıt kalem zaten hazırda beni bekliyor. Acaba bahar hikayelerine Nur’u da katsam mı? Gerçek hayatttan bazı alıntılar yapsam, isimleri değiştirsem olur mu? Kararsızım ama zaten Nur’u bahar hikayelerine katmam çok zor. ‘Bahar hikayeleri’ndeki Gül sağlıklı bir kız. Vazgeçtim. Zaten hikaye fazla girift olur, gerçekle sanal birbirine çok karışabilir. Mesela Nur, Allah korusun ölürse, zaten hikayenin sonunu getiremem, yazamam. Okuyucu nerenin gerçek, nerenin hayali olduğunu çözebilir mi, çözmek ister mi? kafam iyice karıştı. Aslında Matrix filmindeki sorular da beynimde uçuşuyor; “Gerçek nedir” ,” Bu soluduğunun hava mı olduğunu sanıyorsun” ... Evet gerçek neydi, gerçek yaşadığımız mı, yaşadığımızı sandığımız mı? Çünkü ikisinin arasındaki farkı anlamayabiliriz. Tıpkı etkileyici bir rüyadan uyandığımızda, “Rüyamıydı-gerçek miydi? “ diye bir süre düşündüğümüz gibi. Çevremizdeki birileri bizim rüyamızı bilse ve rüya gerçek miş gibi davransa işimiz ne kadar zor olurdu. Zannedersem şöyle bir söz vardır filmde; “Eğer bir şeyi düşünüyorsak o gerçektir. Çünkü başkaları görmesede, bilmese de , o bizim beynimizde yaşanmış gibidir”. Bence doğru, çünkü beş duyumuzla hissettiklerimiz beynimize iletiliyor ve gerçek olup-olmadığına beyin karar veriyor. Beynimize bir şekilde elektrot vb.. cihazlarla veya hipnozla birşeyin olduğu mesajını verirsek, beynimiz onun gerçekliğini kabullenir, olmamış olsa bile. Hipnozla “Sen siğaradan nefret ediyorsun” fikrini verdikleri gibi.
Ben düşünceler içindeyken, kağıt kalem önümde mahsun mahsun bakıyor. Yazı yazmak ne kadar zor geliyor, düşüncelerimin ucundan Nur’un ölümü geçiyor, kalkıyorum. İnternet okuyucuları biraz daha bekleyecek gibi. Ceketimi alıyorum, Nur’un mahsun bakışlarıyla beraber dışarı çıkıyorum. Dilimde Nur’un kulağına çalınan şarkı; “Ölüm de var”, yürüyorum...yürüyorum.
Sen geldiğinde
Ben yoktum
Ben beklerken de sen…
…….
Oysa seni aramıştım
yıllarca
yokluğunda
…….
Yokluğunda umut vardı
gelmen için.
Geldiğinde
bitti her şey
Çoktan gitmiştim
ben
bırakıp gençliğimi
geride…
Karanlık, loş sokaklarda yürüdüm bir süre. Evlerin ışıkları bir bir sönüyordu. Ve ışıklar gitti bir anda. Altındağ’ın, Atıfbey mahallesinin karanlığı da pek hoş olmuyordu. Karanlıkta yaklaşan her ayak sesi düşman gibi, hata canavar gibi geliyor insana. Tabii ben de çekiniyordum.
Misafirliğini geç saatlere kadar sürdürmüş ailelerin benden çekindiğini fark ettiğimde iyice yolun uzak tarafına geçtim. Bazı ailelerde babalar, bazı ailelerde anneler uyuyan çocuklarını sırtına almıştı. Ailelerde, loş sokakta tek başına yürüyen, sessiz birini fark etmek korkuya neden olsa da, yanlarında yürüyen çocukların neşesi yerindeydi, şakalaşıp, koşturup duruyorlardı. “Çocuklar uyur, babalar taşır” diyen reklâmdaki gibi, ben uyurken veya yorgunken annem-babam taşımıştır beni. Fakat benim daha çok aklıma, babamın anneannesi Hatice ninemizi sırtında taşıyışı geliyor. Yaşlı, şakacı, sevgi dolu, lafı sözü kimseyi kırmayan biriydi rahmetli. Ağlamasıyla gülmesi birer dakka araylaydı sanki. Bir bakarsın kocasının üzerine getirdiği kumayı hatırlayıp ağlıyor, bir bakarsın, babamın yaptığı bir espriye gülüyor. Onun bu kadar yaşamasının formülü belki de buydu. En üzüldüğü konu bile çabucak kaybolur giderdi. Kendime baktım, her üzüldüğüm içimde kale olmuş, bir tuğlasını bile yerinden sökemiyorum.
Evime geldim, şöyle yan gözle kağıt kaleme baktım, çoktan uyumuşlar. Perdeleri örttüm, ışığı yaktım, aynada tanıdık bir yüz. “Hiç senle muhabbet edecek halim yok”. Aynada kalan yüzüme, yüz vermedim. Çektim yorganı başıma yumdum gözlerimi. Karşımda beliren tatlı bir yüz gülümsedi, “iyi uykular” gözlerimi açsam kaçacaktı, biliyorum. Gözlerimi daha sıkı yumdum.

Senden "disconnect" oldum olalı sevgilim
Yaşadığım hayat "demo" oldu birden bire
''Ctrl+Alt+Delete'' bile yaramıyor kalbime artık
Mümkün değil hatıraları "uninstall" etmek
"Alt+F4" deyip gitmenle kapandı tüm umutlarım
"hata raporlarıyla" terkettin.Başardın Tatlım Kutlarım
|
|
boşuna

Boşuna
Sen yoksun...
Boşuna yağıyor yağmur...
Birlikte ıslanmayacağız ki...
Boşuna bu nehir...
Çırpınıp pırpırlanması...
Kıyısında oturup göremeyeceğiz ki...
Uzar uzar gider...
Boşu yorulur yollar...
Birlikte yürüyemiyeceğiz ki...
Özlemler de ayrılıklar da boşuna
Öyle uzaklardayız...
Birlikte ağlayamayacağız ki
Seviyorum seni boşuna...
Boşuna yaşıyorum
Yaşamı Bölüşemiyeceğiz ki...
|
|
şiir

Fırtınasız havalarda ve kısa mesafeli yolculuklarda o da mecbur kalınırsa kullanılabilecek ufacık bir yelkenliyle uzak denizlere açılmış sanki ömrüm....
Uçsuz bucaksız bir mavilikte ve ufacık bir karartı bile denemeyecek mekanında sallantıların en şiddetlisiyle alaboraya müsait bir akibetin kollarına düşmeme adına kanayan parmak uçlarındaki kırılan tırnaklarıyla tutunmaya çalışmakta belli belirsiz çıkıntılara.....
Kıyılar ve kayalar çok uzak olmalı ki hazır aşındırmaya müsait bir varlık bulmuşken var gücüyle bastırmakta, ağır aksak bir şarkının birlik notaları gibi yüzündeki porteye düşen rüzgara inat altını oymakta, altmış dörtlük notalı asi dalgalar..
Parlayan gözlerinde umuttan eser kalmamış... Bilinmeyen bir makamın taksimini geçmekte mırıldanışları.... Ağlamaklı bir kemanın en ince telinden çalınmakta sergüzeştinin şarkısı....
Yaş otuz iki... Dante’ye bile kavuşmak olası görünmemekte sanki...
Yelkeni yırtılacak.... hızla su alacak.... alabora olacak belli......
Dudaklarında ki acı tebessümle düşünmektedir bu son deminde..
‘’ Pişman değilim... iyiki sevdim seni..... iyiki daldım denizine.... iyiki varsın aşk...’’
ALINTI
|
|
- şiir
Sen ölümle arana mesafe koyacak kadar soğuk bir kışı andırıyordun
Geride ise,göz yaşlarına acımayacak kadar masum bir seveni kandırıyordun
Özlemlerime koşacağım anların teneffüs zilini çalmadığında,
Geçmişteki mutluluklar yeter dermişcesine
Tren çığlığı rayların küflü demirlerinin,
Masumiyetine benzediği zamanları kazıdım hafızama.
Şeytanla dost olan acımasızlığının teseddürüne bürünmüş sahte yüzün
Kimbilir Daha kaç kişiye verecek hüzün..
Başkalaşan kişiliğin,kimden darbe almışdı da
Yoksulluğumu büyüttüğüm kurak tarlamın ekinlerine,
Bir karga gibi sokulup, oruç bozarcasına
Iyinin ve kötünün kararsızlığıyla saldırdın?
Asil bir sefillik deryasında
Oltama takılan yosun kaplamış yüreğin,
Gurur diyerek yaşamaya çalıştığım
Paslanmış ufkumun sis çökmüş hayalini çürüttü.
Duymayı çoktan unuttuğum
Sağırmı oldum yoksa dedirten tatlı sözlerini,
Hangi sütü lekeli ananın evladına söyledin de
Notasız besteler gibi
Türküsüz bir ömre mahkum bıraktın beni ?
Ama birgün hepsinden bıkıp,
Bakkal defteri ve taksit kartları sıkıntısında
Sade bir ömürün kenar mahalle saflığında yaşamak istiyorum dersen,
Ve sorarsan bu acımasızlığından kurtulmanın yolunu
Sana tek tavsiyem,azrailin elinden su iç!...
Bir insanı sevmekle başlıyordu aşk
Ve terk etmesiyle acı....
|
|
ne kadar uzak olursa olsun yüreğim yanında
Gidene “gitme” diyemeyenin, gelene “hoş geldin”’i ne kadar anlamlıdır bilemiyorum.
Benim gibi konuşmayıp, benim gibi yazmayandan uzak durursam; nereye götürür beni bu tekdüzelik!
Arada bir “saçmala!” desin biri, ölçüp biçeyim, düşüneyim üstünde; onun kadar sert, onun kadar umursamaz olmayayım; içim rahat olsun “yanılıyorsun” derken ve gülümseyeyim.
Dikkatli oldugumdan dikkat isterim doğru; kaçınırim kötü söz söylemekten; anlamadan itham etmek istemem; tahammül gösteremem yargısız infazlara; her duyguma bir cümle bağlayabilirim istersem; ama öfkelenmeden yazamam, yazamam yazmasına da sövemem de kimseye...
Sessizlik izin verir karşındakine, seni dilediğince yorumlaması için...
Ve bazen, en fazla bağıranla, hiç sesi çıkmayanı ayıramam birbirinden...
Ve merak ederim: “Ne saklıyorlar benden?”
Belki gözlem yapıyorlar, belki veri topluyorlar; herkes bağırırken susmak, erdem sayılır belki; ya sessiz çoğunluğun bir parçası olmak?
Ben ağlarken gülüyorsan anlayış gösterebilirim; ben ağlarken ağlıyorsan “dostum” diyebilirim, ben kalırken gidiyorsan “korkak” sanabilirim; ben severken itiyorsan, vazgeçebilirim senden ve ben sorarken susuyorsan, katlim vaciptir demektir; ölebilirim!
Sessizlik cinayet işler bazen; ne bir tanık, ne bir kanıt bırakmaz arkasında; bazen bizim gibi sessiz, bazen tırnaklarını toprağa geçirerek, hayatımızdan çıkıp gider insanlar; bazen anlamamanın, bazen anlaşılmamanın acısını duyarlar.
Ve fark etseler de, etmeseler de, kimse güvende değildir artık; oysa, güvende olmak için tercih edilir susmak!
Ve vicdanımızın tek düşü olur; deliksiz uyumak!
|
|
Sana âşık kalmaktan vazgeçeceğimi sanıyorsan
Sana âşık kalmaktan vazgeçeceğimi sanıyorsan, beni hiç tanımadın demektir. Çatırdayan ne olursa olsun, ben duymazlıktan gelmeyi bilecek kadar öğütledim kulaklarımı. “Sen hafif meşreplikten hoşlanıyorsun” diye bayağılaştıysam, seni ne kadar sevdiğimi anla artık.
“Hep hesapların var” diye, ayağını yorganına göre uzattığını düşünme, ben bilirim senin ne kadar açıkta yattığını. Züppede olsan, ben içindeki çocuğun anası, dışındakinin sevdalısıyım. Sen, “annem olma” desende, ben öyle kalmaya devam edeceğim. Bu ne kadar sürer bilmiyorum, ama bilinmeyenleri de sever insan.
Yalvarmak hariç, seni elimde tutmamı sağlayan her şeye açığım. İster “yoldan çıkmış” desinler, ister “bir gözü kör”, dünya çığlığını ata dursun, ben o kadar sağırlaşmışım ki, “biraz daha bağırın” diyorum.
Sen, karanlıklar prensi kılığında, baloya katılan bir âşık mı sandın kendini? O kadar vesveseyle dolusun ki bu akşam; “yok o ne dermiş, yok nasıl düşünürmüş, yok bu kalıpta bir adama bu yakışıyor muymuş “ derken, tren kalkmış gidiyor.
Küçük haberlerin büyüklerine oranla daha can yakıcı olduğunu biliyorum, sende öyle...
Ağlarken bile güldüğümü söyleyen sen, şimdi gerçekten ağladığımı fark edince, suçluluk duymaya başlarsın elbet, ama hiçbir suçluluk, bir aşığın son nefesinde ne istediğini sormanı engelleyemez. Sen, “sormaktan korkuyorsun” diye, ben söylememezlik etmeyeceğim. Seni dilediğimi bil, bu bana yeter.
Didik didik olmuş bir yüreğin, kalan birkaç kelamı… Dinlemek seni daha mutlu biri yapmayacak tabi, madem, aşk için ödenecek bedellerin hesabını birlikte tuttuk, kendi payına düşenleri şimdi karşıla. Dimdik durmak ikimizin de son çaresi, ben eğilip bükülmek meraklısı olmadığım halde, senin için bunu da yaptım. Şüphenin gölgesi şüpheden büyük olur, ellerin için verdiğim izin, dudakların içinde geçerli, öpmeye değecek birini bulduğunda hiç tereddüt etme, öptüğünde yüreğine değmedikten sonra, ben aldırmam...
Koş koca adam, seni tutan hiçbir şey yok, bağırarak çık hayatımdan, çığlıkların arşa değsin, telaşın amaçlarını meşrulaştırdı bile, bavulunu topla ve terk et beni, bakalım ne kadar uzağa gidebileceksin!
alıntıdır...
|
|
Seni içtim
Sigaramın son nefesinde
Seni ciğerlerime kadar çektim
İçkimin son damlasında
Seni içtim
Sen kadehimdeki içkiydin
Seni her içtiğimde sarhoş gibi oluyorum
Sen silahımın namlusunda duran bir çift kurşunumdun
Sen özgürlüğümdün benim
İçimdeki çocuktun
Kalbimde kanayan yaramdın benim
Şimdi ne oldu
Kadehimdeki son damla içkiyi içtin
Namluda duran bir çift kurşunu kafama sıktın
Özgürlüğümü elimden aldın
İçimdeki çocuğu öldürdün
Ve kalbimdeki kanayan yarağa bir avuç tuz bastın
Şimdi yaşayan bir ölüden hiçbir farkım yok
Ne yaşamdan zevk alıyorum
Nede sevmekten
Beni önce yaktın
Sonra küllerimi her bir yere savurdun
Ne bileyim ilerde belki sende seversin
İnşallah seversinde
Acı çekmenin ne olduğunu
Geçte olsa anlarsın be insafsız
|
|
|
|
|

Vazgeçemiyorum...
Bu sabah güne karışan acımtıraklık var... Anlıyorum ki bana sevgiler haram. Bir gülüş ile nefes alıp mutlu olmak haram bana... Vazgeçiyorum yine. Hem ne zaman kazandım ki! Yine mutluydum ama şu an hüzünler çöktü yüreğime... Ben yine üzülüyorum, yine ağlıyorum... Gitmeliyim... Bitmeli... Vazgeçmeliyim...
Kendimi iyi hissetmediğim bir gün daha. Hiçbir şey istemiyorum. Umut denilen şey artık yok yüreğimde. Ne hayallerde gizlenen güzel yürekli adam ne de bir başkası... İstemiyorum hiçbir şey. Sevgiyi yaşamak isterken kaybediyorum yine. Elimden hiçbir şey gelmiyor. Düşünmek bile yoruyor artık yüreğimi. Canım acıyor. Birini sevmek umut beslemek güzel ama umutları söndüren geçmişte ki kişiler yakıyor dağlıyor yüreğimi... İstemiyorum mutlu olmak, istemiyorum aşk... Ben sadece huzurla gideceğim bir ölüm istiyorum... Alacağım hiçbir şey yok... Yok işte... Yok!
Sana borçluyum güzel yürekli adam bir sevgi borcum var yüreğine. Yaşamak isteyip te yaşayamadığın bir sevgi... Ellerini tutup mutluluğa akmaktı son dileğim. Ama her geçen gün içimde büyüyen duygularla sana gelecekken hep bir engel çıkıyor karşıma... Aşamıyorum meleğim, engelleri aşamıyorum... Gelemiyorum seni mutlu etmek için... İçim acıyor... Umutlarım soluyor bu sabah... Bu sabah seni sanki son kez görüyorum... Ben senden gitmek istemesem de gidiyorum işte. Gözlerim bir boşluğa takıldı kaldı... Neredesin... Çıkıp gelsen huzura kavuşsam seninle... Çok zayıfım, çok güçsüzüm, yalnızım... Tutunacak bir dalım olsaydın... Yoksun işte... Yok!
Günler yokluğuna gebe... Yüreğimde olan yerin daha bir derinleşiyor sanki... Vazgeçmek ne kadar zor, unutmak ne kadar zor seni... Yine aynı duygular içerisinde koşmak alabildiğine... Sonu görünmeyen bir yolu aşmak yalın ayak... Ayaklarıma batan taşlara aldırmadan koşmak... Kanlar içerinde kalana dek koşmak... Nedir bu bilinmezlikler? Nedir bende ki sen? Sensizliği giymek istiyorum bir parça da olsa... Seni yok sayıp unutmak bir günlüğüne... Başarabilir miyim? Yapabilir miyim?
Bugün senli sözleri unutma günü... Bir günlüğüne de olsa hayalde ki senden vazgeçme zamanı... Seni yok sayma zamanı... Senli düşleri silme zamanı... Senin uzaklar da olduğunu yüreğime hatırlatma zamanı... Seni sensiz de olsa tek başıma bu sevdadan sıyırma zamanı... Varlığına yürüdüğüm yollarda can verme zamanı... Seni özlemlerin içerisinde kaybetme zamanı... Zaman zaman ne zaman kaybolacağıma karar veremediğim bir zaman içerisindeyim... Git ya! Git işte... Sen benim mutluluklara susadığım bu günler de bir damlası ile içimi serinleten güzel yürekli adamsın... Sana git diyorum ama ben gidemiyorum... Vazgeçemiyorum...
|
|
|
- gitmeyeceksin dimi...
|
|
|

gitmeyeceksin dimi...
Bir anda girdin hayatıma.
Nerden geldin nasıl geldin bilmiyorum ama bir anda doluverdin tüm benliğime.
Oysa kapalıydı yaralı yüreğim o zamanlar sevmelere. İçimde kapanmamış yaralarımı sarmaya uğraşıyordum.
Yarım kalmış cevaplanmamış sorularımla boğuşuyordum.
Yer yoktu gönlümde sevmelere.
Aşk çok uzak bir limandı ve ben okyanusun ortasında tek küreği kalmış bir sandalın içerisindeydim adeta.
Yalnız kimsesiz ve çaresiz.
Uzanan elleri geri çevirirdim hep güvenmezdim sahte gülüşlere.
Aldanmışlıklardan yanılmışlıklardan oluşan bir duvar örmüştüm yüreğime kimseler görmesin diye yaralarımı.
Utanıyordum aşka yeniktim ve bir daha yüzüme gülmeyeceğini düşünürdüm.
Kimselere göstermezdim göz yaşlarımı utanırdım erkekler ağlamazdı çünkü!
Oysa ben gizli gizli ağlardım kimseler bilmezdi.
Ne vakit ağlamaklı olsa gözlerim sahte gülümseme maskesini takar öyle çıkardım insan içine.
Gerçek gülüşler çok uzak diyarlardaydı ve ben yolu bilmiyordum.
Hep kaçtım insanlardan hep sakladım kendimi ta ki bir gün sen çıkıpta mühür gözlerini çakana dek yüreğime...
Bir anda geldin. Nerden geldin kimdin hikâyen neydi bilmiyordum. Korkuyordum aslında.
Kaçmak istiyordum sendende ama beceremedim.
Geri çeviremedim uzattığın eli.
Sokuldum yavaştan sıcağına yalnızlıktan buz kesmiş yüreğim ısınmaya başladı.
Yıktın ördüğüm tüm duvarlarımı bir bakışınla.
Bana sarılınca anladım seni bekliyormuş oysa ruhum sen gelmeden yarımmış yüreğim...
Sen geldin hoş geldin iyi ki geldin, neden bu kadar beklettin... gitmeyeceksin dimi...
|
|
|
beyaz kağıt
|
|
|

beyaz kağıt
Beyaz kağıt olmak istiyorum,ben sorayım sen yaz diye…Yüreğinin gizli köşelerinden alıp yollara döktüğün güller gibi, Sır dolu, gizem dolu.
Kim kırdı kalbini?? Kim yaktı derinden canını?? Kim ezdi aşkını? Kim sahip çıkmadı yüreğine?? Kim başkaları için feda etti o koca sevdanı??Kim o sır dolu kelimelerin arkasındaki?? Kim yüreğinde senden habersiz dolaşan hırsız??
Kim seni vurdu tek kurşunla vurur gibi tek kelimeyle??Söyle kağıtlara, anlat, anlat bana..! Yolda gördüğün, gözlerine gülümsediğin, Bana benzeyen ama yüreği sana yabancı adam kimdi?? Gittin mi arkasına takılıp, bulabildin mi beni onda??
İncitildi mi kırılgan kanatların, yoksa kırık mı?? Gideli kaç mevsim geçti, yazdın mı satırlara?? Kaç gül bahçesi talan oldu??Kaç kişi ezdi geçti kırık güllerini??
Yolların uzayıp giderken hasrete doğru, Bitirebildin mi kağıtlara karaladığın şiirlerle hasreti?? Yaz kağıda hasreti,Yaz bana acılarını…! Dök kelimelere yangın sonrası küllerini..Bir beyaz kağıt olmak istiyorum..Yıldızsız gecelerinin resmini çizdiğin dolunaylı resimlerine,Ağıtlarını yaktığın gözlerinin incisi mürekkep lekelerine.. Bir beyaz kağıt olmak istiyorum..Gurbet türkülerini söylediğin kelimelerine…
Anlat kağıda, söyle bana…Kimdi o dün akşam seni öldürüp uçurumlardan atan zalim kimdi?Sen sevdin de, sana gönül vermedi mi benim gibi?? O bildiğin sevdayla seni sevemedi mi?? Anlat bana bensizlikte kaç kanadın kırıldı??Kaç kırılgan dünyan yıkıldı??Kaç tane canın alındı??Kocaman iken benim sevdam sende,Söyle kim ezdi??Kime ezdirdin sevdamı??
Sahip çıkamadın mı??Bir beyaz kağıt olmak istiyorum…Beyazlar içinde..
Ben sorayım, sen yaz diye..!!
aLıntıdır...
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 431 ziyaretçi (3539 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|